5 Mart 2009 Perşembe

elmasirkesi

1001 derde deva elma sirkesi

Devamını yazmadan duramayabilirim demiştim, nitekim kendime hakim olamadım. Yıllardır denenmiş ve sonuç vermiş sirke reçetelerinden söz etmek istiyorum. Yeni keşfettiğim ancak çoğu kişinin zaten bildiği Elma Sirkesi, bal ve su karışımının vücuttaki eksik mineralleri tamamlayarak insanı gençleştirip dinçleştirdiğini söylemiştim. Yalnız sirkeli toniğin yemek aralarında veya yatarken alınmasından sonra ağzın çalkalanması gerekiyormuş, aksi halde diş minelerine zarar verebiliyormuş.

Sirke_bar
Çin, Pekin'de sirke bar açılmış. Çeşitli meyvelerden yapılan şifalı sirkeler resimde görüldüğü gibi servis ediliyor.

Akne sorunu olanlara önerilen reçetede bir bardak suya iki çorba kaşığı elma sirkesi karışımının akneler üzerine günde bir kaç kez uygulanması öneriliyor. Karışımın enfeksiyonu azaltarak akneyi kurttuğu belirtiliyor. Ayrıca iki fincan elma sirkesine yarım kilo kadar yaban turpu rendelenecek, iki hafta bekletildikten sonra süzülerek akne üzerine pamukla sürülecek. Deneyecek olanlar, aksi bir tesir olasılığına karşı önce cildin küçük bir bölümünde uygulasın. Sonuç alan olur da geri dönüp bildirirse hepimiz öğreniriz.

Yaş ilerledikçe ortaya çıkan kahverengi küçük lekecikler can sıkıcı. 2 çay kaşığı elma sirkesine 1 çay kaşığı soğan suyu eklenip leke üzerine sürülecekmiş, iddia edildiğine göre 2 hafta sonunda lekeler solmaya başlıyormuş.

Artrit için ağrıyan veya acıyan eklemlere 2 yumurta beyazı, yarım çay fincanı elma sirkesi ve dörtte bir çay fincanı zeytin yağı karışımı sürülmesi gerektiği belirtilmekte. Daha da iyisi bir bardak suya katılmış 2, 3 çorba kaşığı elma sirkesi her yemekten önce içilmeliymiş, bu doğal ilaç pek çok kişinin derdine deva olmuş.

Orta şiddette astımı olan bazı kişilerin bileklerin iç kısmına elma sirkesi kompresi yaparak ve elma sirkesi tonıği içerek rahatlayabildiği belirtiliyor.

Atlet ayağı adıyla bilinen mantar hastalığında en iyi ev yapımı ilacın günde iki kez ayağa uygulanacak yarı yarıya sulandırılmış elma sirkesi banyosu olduğu söyleniyor. Ya da günde bir kaç kez ve yatmadan önce etkilenen bölgeye elma sirkesi sürmek de yararlı oluyormuş.

Burun kanamalarında elma sirkesine batırılmış bir pamuğun top haline getirilerek burun deliğine yerleştirimesi öğütleniyor, kanamayı daha çabuk durduruyormuş.

Yüksek tansiyonda doktor kontrolü ve düzenli ilaç kullanımı hayati önem taşıyor. Ancak tedavinin yanı sıra günde iki kez elma sirkesi, bal, su toniği içilmesi tansiyonun düşürülmesine yardımcı oluyormuş. Sirkedeki yüksek potasyum değerleri vücuttaki tuz seviyesini dengeliyor, magnezyum ise kan damarlarını gevşeterek kan basıncını düşürüyor. Daha önce de vurguladığım gibi, doktor kontrolü ve tansiyon düşürücü diyet asla ihmal edilmemeli.

Ter kokusuna karşı koltuk altları günde bir kez elma sirkesiyle silinmeliymiş, böylece zararlı olup olmadığını bilmediğimiz deodorantları da kullanmaktan kurtulabiliriz belki. Ayak kokusu için ise günde üç kez içine üçte bir çay fincanı elma sirkesi katılmış bir tas ılık suda ayak banyosu öneriliyor.

Kemik erimesine karşı savaşta, manganez, magnezyum, fosfor, kalsiyum ve silisyum zengini elma sirkesi, bal ve su toniği kemik yoğunluğunu artırarak etkili oluyormuş.

Morarmalara karşı 1 çay kaşığı tuz, yarım çay fincanı ılık elma sirkesi karışımıyla kompres önerilmekte.

Güneş yanığı veya diğer yanıklarda bölgeye sürülen elma sirkesi acıyı azaltıyor, dezenfekte ediyor ve iyileşme için gereken besleyicileri sağlıyormuş. Bunu deneyen biri önce çok yaktığını ama sonra gerçekten etkili olduğunu söylüyor.

Kanser önleyici olarak günde bir elma yenilmesi ve elma sirkesi, bal, su toniği içilmesi öneriliyor. Zaten bizim güneş giren eve doktor girmez ata sözümüze benzer olarak elma giren eve doktor girmez gibi bir şey de okudum.

Kolesterol de elma sirkesinden nasibini alıyor haliyle. Elma sirkesindeki suda çözünen pektin liflerinin yağları ve kolesterolü emerek vücuttan attığı düşünülüyor. Yakın zamanda Japon gıda üreticisi Mizkan tarafından yapılan bir araştırmada günde üç çay kaşığı sirke içmenin kolesterolü belirgin bir biçimde düşürdüğü anlaşılmış. Bu etkiyi yaratan da sirkedeki ana maddelerden biri olan asetik asit. Sonuçlar 2005 yılında Japon Beslenme ve Gıda Bilimi Derneği toplantısında açıklanmış. Etkiyi iyice artırmak için sirke toniğinin yanı sıra lifli gıdalardan zengin, az yağlı bir diyet öneriliyor.

Soğuk algınlığında eskiden anneciğim sırtımıza kare kare tentürdiyot sürer, üzerine de sıcacık tülbent kapatırdı. Şimdilerde ise hemen ilaca sarılmak adet oldu. Solunum yollarını etkileyen hafif üşütmelerde kahve rengi kesekağıdı sirkeye batırılıyor, bir tarafına karabiber serpiliyor, karabiberli taraf göğüse kapatıldıktan sonra üzerine bir havlu konup 20 dakika istirahat ediliyor. Muhtemelen hiç bir yan etkisi olmayan çok eski bir kocakarı ilacı.

Nasırlarda ise bir parça ekmek sirkeye batırılıp nasırın üstüne konuyor, üstü bandajlanıyor ve bir gece bekletiliyormuş. Sabah nasır soyularak çıkıyormuş ya da elma sirkesi sade olarak bölgeye sürülüp bantlanıyor, bu işlem sabah akşam tekrarlanıyor.

Gece öksürüklerinde elma sirkesi serpilmiş bir havlunun yastığın bir kenarına konulması tavsiye ediliyor, bu da eski bir reçete.

Kepek sorunu için saç diplerine elma sirkesi sürülüp yarım veya bir saat bekletildikten sonra saç yıkanıyor. Böylece kaşıntı ve kepek yaratan bakteri ve mantarlar yok ediliyor.

Pişiklerde, egzamada yarı yarıya sulandırılmış, böcek ısırmaları ve deniz anası tahrişlerinde sulandırılmamış elma sirkesinin bölgeye sürülmesinin etkili olduğu belirtiliyor. Deniz anası tahrişlerine karşı Avusturalyalı can kurtaranlar daima yanlarında sirke bulundurur ve bazen ölümcül bile olabilen deniz anası iğneleri ve zehrine karşı ilk müdahaleyi bununla yaparlarmış.

Varislerin üstüne sabah akşam sirkeli havlu sürülüp, sirke bal toniği içildiğinde bir ay sonunda damarların toplanmasıyla olumlu etkinin farkedildiğini belirten kaynak, bu ev ilacının İngiltere, Almanya ve İskoçya'da uzun yıllardır kullanıldığını da söylüyor.

Fazla kilo sorunu için her yemekte bir bardak suya ilave edilmiş iki tatlı kaşığı elma sirkesinin yağı azaltılmış bir diyette kilo vermeyi hızlandırdığı gerçeğinin yüz yıllardır koca karı ilaçları literatüründe bilindiği ve kullanıldığı da okuduklarım arasında. Ancak bu iş için iki kez fermente edilmiş bütün haldeki elmaların sirkesi kullanılmakta. Sirke kesinlikle süzülmemeli, damıtılmamalı veya pastörize edilmemeli, aksi halde zayıflatıcı özelliği kaybolmakta diyor kaynak. "Folk Medicine" yani ev yapımı ilaçlar kitabının yazarı Dr. D.C.Jarvis kilo kaybının yavaş fakat kalıcı olduğunu vurguluyor. Gözlemlerine göre aşırıya kaçmadan beslenen ve her yemekte 2 tatlı kaşığı sirke içen 95 kiloluk bir kadın 2 yıl içinde 81 kiloya inebiliyormuş.

Öte yandan son yıllarda Arizona Üniversitesinden beslenme uzmanı Carol S. Johnston sirke ve diyabet arasındaki yararlı ilişkiyi araştırırken deneklerin beklenmedik bir yan etkiyle kilo kaybettiklerini gözlemlemiş. Her yemekten önce iki tatlı kaşığı sirke içen deneklerin dört haftada ortalama olarak yaklaşık bir kilo (hatta bazıları yaklaşık 2 kilo) kaybettiği, ancak sirke kullanmayan kontrol grubundakilerin kilosunda bir değişiklik olmadığı görülmüş. Gerçekten ilginç, ayrıca internette bu yöntemi uygulayıp kilo kaybettiğini söyleyen bir çok kişinin yorumlarına da rastlamak mümkün.

Neredeyse her derde deva olan sirkeleri baş tacı etme zamanı gelmiş, umarım sirke üreticileri de farklı sirke türleri üreterek ve şişeleri biraz daha büyüterek bizlere yardımcı olur ya da ev yapımı sirke için kollar sıvanır (tarif için önceki yazıdaki kaynak linklerine bakınız).

10 Şubat 2009 Salı

siyah cay

İyi çay için bir kaç öneri

Çay olmazsa olmazımızdır.. Ama iyi demlenirse. Bunun için de şartları var.
Özellikle Türk insanı için sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi çayın aslında bilmediğimiz bir çok özelliği var. Sütsüz ve şekersiz alındığı sürece kalorisi olmayan çay, vücudun su dengesinin korur, kahveden çok daha canlandırıcı ve tazeleyicidir..

ÇAYIN KİMYASI
Camelia Sinensis bitkisinin yaprakları, çaya kendine has koku ve tadını veren birçok kimyasal madde, amino asitler, karbonhidratlar, mineral iyonları, kafein ve polifenolik bileşimler içerir. Ayrıca % 75-80 oranında su içerirler; ki bu oran işleme sürecinin ilk soldurma aşamalarında % 60-70�e düşer. �Oolong� ve �siyah çay� işlemenin mayalanma (veya oksitlenme) aşamasında, polifenolik flavanoller (veya katekinler) havadaki oksijenle oksitlenerek o benzersiz tad ve rengi yaratırlar. Kavurma (veya kurutma) işlemi, oksidasyona neden olan enzimi etkisiz kılar ve hatta içinde bulunan su oranını % 3�e düşürür.

Siyah çayın kokusu çok karmaşıktır. Bugüne kadar hidrokarbonlar, alkoller ve asitler olmak üzere 550�den fazla kimyasal madde tespit edilmiştir. Bunların çoğu işleme sırasında oluşur ve kimyasal madde kendi önemli özelliklerini ekkeleyerek, çayı içenin koku alma duyusuyla çayın tadına katkıda bulunur. Ancak tad, esas olarak çeşitli (çok yaygın ama hatalı olarak tanen diye bilinen) polifenolik bileşimlerin kafeinle değişime uğraması sonucu ortaya çıkar.

KAFEİNDEN ÇEKİNENE YEŞİL ÇAY

Kafein, çayın en önemli bileşenlerinden biridir. Hafif bir uyarıcı olarak hareket eder ve midedeki sindirim sağlayan suların faaliyetini artırır. Her tip çay -yeşil, Oolong, siyah- farklı miktarlarda kafein içerir.
Yeşil çayda Oolong�dakinden daha az kafein vardır. Oolong�daki kafein ise siyah çaydakinden daha azdır. Genel olarak ortalama bir fincan çay 8,36 mg, Oolong çayı 12,55 mg ve siyah çay 25-110 mg kafein içerirken, ortalama bir fincan kahve 60-120 mg kafein içerir. Dolayısıyla kafein alımı konusunda endişelenenler yeşil çay veya Oolong çayı gibi açık renkli, hafif demli çaylar tercih etmelidirler. Önemli başka bir nokta da, kahvedeki kafeinin vücut tarafından çok çabuk emilmesidir. Buna bağlı olarak kahve uyarıcı etkisiyle kan dolaşımını ve kadiyovasküler faaliyeti hemen artırır. Oysa çaydaki poliflavanoller emilme hızını yavaşlatır. Kafeinin etkileri daha yavaş hissedilirken vücutta kalma süresi daha uzun olduğu için çay, kahveden çok daha canlandırıcı ve tazeleyici bir içecektir.

ÇAYIN VÜCUDA FAYDALARI

Keşfedildiğinden bu yana çayın, sağlığa yararlı birçok yönü olduğu düşünülmüştür ve modern araştırmalar da yüzyıllar boyu ileri sürülenlerin doğru olduğunu göstermektedir. Çayın en önemli özelliği tamamen doğal bir ürün olması, kokulu çaylardaki çiçek, meyve veya baharatlar hariç hiçbir yapay renklendirici, koruyucu ve kokulandırıcı içermemesidir. Ayrıca sütsüz ve şekersiz alındığı sürece kalorisi yoktur ve vücudun su dengesinin korunmasında önemli bir rol oynar.

Çay doğal olarak florür içerdiği için, diş minesini kuvvetlendirir ve ağızdaki bakterileri kontrol altında tutarak plak oluşumunu azaltır, diş eti hastalıklarına karşı koruma oluşturur. Yapılan araştırmalar, hem yeşil hem de siyah çayların tüketilmesinin kanser riskini -özellikle akciğer, bağırsak ve cilt kanseri- azaltabileceğini göstermektedir.

KANSER YAPICI HÜCRELERE ENGEL

Siyah çayın bileşenlerinin antioksidan etkisinin olabileceği, kanser yapıcı hücrelerin oluşmasını engelleyebileceği düşünülmektedir. Geçtiğimiz yıllarda yapılan çeşitil araştırmalar çayın kalp hastalıkları, felç ve tromboza karşı olası etkilerini göstermektedir. Çaydaki kafeinin kalp ve dolaşım sistemi için hafif bir uyarıcı olabileceği ve böylece arteoskleroz (damar sertliği) olasılığını azaltabileceği düşünülmektedir. Ayrıca çaydaki polifenollerin, kolekstrolün damarlar tarafından emilmesini ve kan pıhtılarının oluşmasını engellediğine de inanılmaktadır.

Çaydaki kafein, konsantrasyonu artırabilir, tat ve koku alma duyularını güçlendirebilir. Çayın hazım sağlayan sıvıları, böbrekler ve karaciğer de dahil olmak üzere metabolizmayı uyarır. Böylece toksinlerin ve diğer istenmeyen maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.

İYİ ÇAY İÇİN BİRKAÇ ÖNERİ

Su on saniyeden fazla kaynayıp fokurdamamalıdır yoksa gereğinden fazal oksijen kaybeder.
Soğumuş suyu asla yeniden kaynatmamak gerekir.
Demlenmiş çayı porselen çaydanlığa boşaltmadan önce bir kez karıştırın.
Yeşil çay, altlığı olmayan fincanla, siyah çay ise altlıklı fincanla sunulur.
Demliğin, çaydanlığın ve çay bardaklarının metal olmamaları ve deterjanla yıkanmamaları gerekir. Metal çaydanlıkta yapılan çayda metal tadı olur.

ÇAY DEMLEMENİN ALTIN KURALLARI

4 Şubat 2009 Çarşamba

30 Ocak 2009 Cuma

mucize

sterseniz kurşuna dizin

Fatma Hanım 1888 yılında, Balkanlarda, Türklerin de yaşadığı bir bölgede, Bulgar bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir. Çevresindeki Müslümanların yaşayışları, hayat tarzları ona oldukça tesir eder.



Nakış ve örgü öğrenmek üzere yanlarına gelip gittiği yakın komşularından yaşlı bir Türk karı-koca ona İslâm'ı anlatır. Fatma Hanım, 14�15 yaşlarında iken Müslüman olur ve ailesinden gizli olarak İslâm'ı yaşamaya başlar. Ramazan ayında kardeşinin getirdiği yemekleri dökerek oruçlu olduğunu gizler. İsmini Fatma olarak değiştirir. 1900'lü yıllarda, Türklerin Bulgaristan'da çok sıkıntı çektiği dönemlerde, Fatma'ya İslâm'ı anlatan Türk aile Türkiye'ye dönme plânları yapmaktadır. Fatma Hanım durumu fark edince bu yaşlı aileye; "Eğer beni buralarda bırakırsanız iki elim yakanızda olur, Allah huzurunda kendinizi kurtaramazsınız" der. Aile, Fatma'yı da götürebilme plânları yapar. Fatma'nın Edirne'de akrabaları vardır. Yaşlı aile şöyle düşünür: "Ailesinin izniyle Fatma'yı Edirne'ye göndeririz. Orada akrabalarının yanında değil, bizim tanıdıklarımızın yanında kalır. Edirne'ye gittiğimizde de durumu Türk makamlarına bildirir ve Fatma'nın Müslümanlığını ilân ettiririz."

Türk ailenin beyi, Fatma'nın babasına; "Edirne'de akrabalarınız var. Kızınız buralarda çok sıkıldı, onu akrabalarınızın yanına gezmeye gönderseniz?" diyerek konuyu açar. Fatma'nın ailesi bu teklifi kabul edince, Fatma Edirne'de kendisine verilen adrese yerleşir ve gizlenmeye başlar.

Türk aile Edirne'ye dönüş plânları yapmaktadır. Bulgar aile ise, Türk ailenin hareketlerinden endişe duymaktadır. Türk ailenin gittiğini fark edince, endişeleri iyice artar ve hâdiseyi polise bildirirler. Polis ailenin peşine düşer. Türk aile, kaçtığı gün trene yetişemediğinden, polis trende arama yapmasına rağmen aileyi bulamaz. Ertesi gün aile, trenle Edirne'ye gelir.

Fatma'nın Müslüman olduğu ve Osmanlı tabiiyetine geçmek istediği ilgili makamlara iletilir. Ancak o dönemde din değiştirenler, Hristiyan rahiplerin huzuruna çıkarılır ve zorla Müslüman olmadıkları, bilakis kendi istekleri ile Müslümanlığı tercih ettikleri tescil ettirilirdi. Bu işlem belli günlerde yapıldığından, halk buna büyük ilgi gösterir ve hâdiseyi, kilise dışından takip ederdi. Müslümanlığı benimseyenler, dışarı çıktıklarında halk tarafından sevgi gösterileri ile karşılanırdı. Fatma, bir kilisede papaz karşısına çıkarılır. Papaz: "Kızım ne için Müslümanlığı seçtin? İsteklerini yerine getirelim. Sana istediğin kadar altın verelim. Maddî imkânlar sağlayalım." şeklindeki sözlerle Fatma'yı İslâm'dan döndürmeye çalışır. Ancak Fatma, papaza İslâm'ın Hak din olduğunu söyleyerek, papazı da Müslümanlığa davet eder. Papaz, başa çıkamayacağını anlayınca Fatma'yla uğraşmaktan vazgeçer. Fatma, Papazın yanından çıktığında, dışarıdaki halk sevgi gösterileriyle onu bağrına basar.

Yaşlı aile ile Fatma Hanım bir süre Edirne'de kalırlar. Bu süre zarfında Fatma'nın annesi Edirne'ye gelir ve kızını ikna etmeye çalışır. Hangi yolu denedi ise, onu ikna edemez. Bulgar anne, kızına; "Bu son akşam, artık ayrılıyoruz. Bu geceyi birlikte geçirelim." der. Ancak Fatma bazı şeylerden endişelenmiş olsa gerek ki; "Sen Müslüman değilsin, ben seninle kalamam." deyince, Türk ailenin hanımı: "Aranıza ben yatarım." der. Geceleyin Fatma'nın annesi kalkıp kızını seyreder. Bu, Fatma'nın, annesi ile son görüşmesi olur. Türk aile bir süre sonra Edirne'den İstanbul'a gelir. Orada Sultan Abdülhamid Han'ın tahttan indirilişine şahit olurlar. Türk aile, İstanbul'da Fatma'yı evlendirir. Savaş yılları olduğu için Fatma Hanım'ın eşi kısa bir süre sonra askere alınır ve savaşlara katılır. İlk eşinden çocuğu olmaz.

Fatma Hanım için, İstanbul'da yalnız ve çileli günler başlar. Bu sırada karşısına bir pîr-i fânî çıkar ve ona; "Kızım hiç korkma, bir ihtiyacın olursa, ben sana yardımcı olabilirim." der. Bu konuyu komşusuna anlattığında, komşusu tepki gösterir. O anda komşusunun evinin camları enteresan şekilde kırılır. O günlerde, babasının -büyük ihtimalle kızının ihtidasından dolayı- kendini astığı haberini alır. Bir süre sonra da, eşinin şehit düştüğü haberi gelir Fatma'ya... Bunun üzerine Fatma Hanım, eşinin memleketi olan Balıkesir'in Manyas ilçesi Börülceağaç köyüne gelir. Burada da sıkıntılı günler başlar. Ülke işgal altındadır. Manyas'ın Çavuş köyünden Hasan Özen adlı yaşı kendinden oldukça büyük bir şahısla evlenir. Hasan Özen'in vefat etmiş ilk eşinden dört çocuğu vardır. Hasan Özen'den Fatma'nın bir oğlu (Mehmet Özen) bir kızı (Sabriye Şahin) olur. Evlenmekle de dertleri bitmez Fatma'nın. Ülke Yunan işgalinde olduğundan yönetim yabancılardadır. Köyden birisi Yunanlılara, Fatma'nın sonradan Müslüman olduğunu haber verir. Yunanlılar evin etrafını sararak, Fatma'nın geri götürüleceğini söylerler. Fatma Hanım kimsenin kendini bir yere götüremeyeceğini, burada öleceğini, isterlerse kurşuna dizebileceklerini söyleyince, Yunan komutan çok şaşırır. Köy muhtarı kendisine destek olur. Bandırma'daki Yunan karargâhına götürülüp ifadesinin alınmasına karar verilir. Fatma Hanım, muhtarla birlikte Bandırma'ya giderek ifade verir. Durum incelenir ve geri götürülemeyeceğine karar verilir.

Bundan sonraki süreçte Fatma Hanım iki çocuğuyla birlikte hayatını burada geçirir. 1940 yılında ikinci eşi de vefat eder. Çocuklarına '63 yaşında vefat edeceğini' söyler. 1951 senesinin yaz aylarında rahatsızlanır. Hastalığı Ramazan ayında da devam eder. Hastalığı artınca çocukları geceleri de başında beklerler. Ancak o 'yatsı ezanı arasında vefat edeceğini' söyler. Cenazesinin evde bir gece misafir kalacağını, ertesi gün defnedileceğini belirtir. Fatma Hanım, hasta yatarken, oğlu Mehmet Özen'in hanımı Hediye Özen'e; 'eğer korkmazsa gördüklerini anlatabileceğini' söyler. Hediye Hanım korkmayacağını ifade edince Fatma Hanım; odada bulunan Melâike-i Kirâm'ın yerlerini, kapı üzerinde bir kızılcık dalı gördüğünü, Peygamber Efendimiz'in (sas) de geleceğini, O (sas) gelmeden de, vefat etmeyeceğini anlatır.

Akşam ezanı okunmuş, oğlu ve gelini iftar etmektedir. Camdan bir ses gelir. Oğlu taş atıldı düşüncesiyle dışarı çıkarken Fatma Hanım: "Oğlum buraya gelin, ben gidiyorum. Hakkınızı helâl edin." diye seslenir. Çok mutlu olduğunu belirtir ve Kelime-i Şehadet getirerek vefat eder. Allah rahmet eylesin.

* Bize bu gerçek hayat hikâyesini gönderen Yılmaz Şahin Bey, Fatma Hanım'ın kızı Sabriye Şahin'in oğludur. Yılmaz Bey, özel bir dershanede öğretmendir.

SIZINTI DERGİSİ
29 Ocak 2009, Perşembe
Gönder | Yazdır

Son Dakika - Gündem Bölümündeki Diğer Başlıklar
18:32 TRT'nin 'dünden bugüne 40 yıl' adlı fotoğraf sergisi açıldı
18:28 Bakan Aydın B

4 Temmuz 2008 Cuma

su

ünya Sağlık Örgütünün (WHO) yayımladığı raporda, kirli suyun, dünyadaki her 10 hastalıktan 1’inin ve ölümlerin yüzde 6’sının sorumlusu olduğu belirtildi.

Araştırmanın ardından raporu hazırlayan Annette Prüss-Üstün, basına yaptığı açıklamada, kirli su kullanımının varsıl ve yoksul ülkeler arasında büyük bir eşitsizliğin göstergesi olduğunu belirterek, su ve hijyene bağlı sorunların, her yıl dünyada kaydedilen hastalıkların yüzde 9,1’inin nedeni olduğunu söyledi.

Kirli su kullanımında çocukların açık arayla en büyük kurban grubunu oluşturduğunu, zira suyun 14 yaşından küçüklerin yakalandığı hastalıkların yüzde 22’sinin sorumlusu olduğunu kaydeden Prüss-Üstün, suyun gelişmiş ülkelerde ölümlerin yüzde 1’inin nedeniyken, bunun gelişmekte olan ülkelerde yüzde 10’a, Angola’da yüzde 24’e çıktığının altını çizdi.

Prüss-Üstün, suyun sıtma, humma ve ishal gibi hastalıklara yol açtığını belirterek, bundan en çok etkilenen 35 ülkede hastalıkların yüzde 15’ten fazlasının, su ve hijyen koşulları iyileştirilerek kalıcı biçimde önlenebileceğini kaydetti.

Ülkeleri bu alanda yatırım yapmaya çağıran Prüss-Üstün, buna yatırılacak bir doların, tıbbi harcamalarda tasarruf ve iş verimliliğinde kazanç yoluyla 8 dolar olarak geri döneceğine işaret etti. Suyun gelişmiş ülkelerde yüzde 0,5 ve gelişmekte olan ülkelerde yüzde 8 arasında bir oranla, tüm dünyadaki ölümlerin yüzde 6,3’ünün sorumlusu olduğu belirtilen raporda, kirli su kullanımının çocuklarda ölümlerin dörtte birine yakınının nedeni olduğunun altı çizildi.

11 Mayıs 2008 Pazar

nar tanesi

ar tanesi MUCİZE

Nar şifa kaynağı. Narın şifalı özelliklerinden en iyi şekilde faydalanabilmek içinse ya meyveyi tazeyken yemeli ya da taze sıkılmış suyunu içmeli. İşte nar mucizesi...


Ordu Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Turan Karadeniz, kalbi kuvvetlendiren nar suyunun, karaciğer zafiyetini giderdiğini, mide iltihabını ve ağrısını geçirdiğini söyledi.

Nar meyvesinin yüzde 15'inin karbonhidrat, yüzde 0,8'inin protein olduğunu, ayrıca B1 ve B2 vitaminleri ile kalsiyum, fosfor ve demir bakımından zengin olduğunu ifade eden Karadeniz, "Nar mideyi temizlemekte, deniz tutmasına karşı iyi gelmektedir. Ayrıca nar içindeki zarları ile yendiğinde mide ülserini iyileştirmektedir." dedi.

Nar suyunun böbrek ve karaciğer hastalıklarına karşı çok faydalı olduğuna dikkati çeken Turan Karadeniz, şu bilgileri veriyor:

• Nar suyu yüksek tansiyon hastalığının tedavisinde, kalp ağrılarında, basur hastalığının tedavisinde faydalı olmaktadır.
• Böbrek zafiyetine karşı nar suyu içilmesi yararlıdır.
• Nar suyunun harareti giderici özelliği bulunmakta, şeker ve kurdeşen hastalığına iyi gelmektedir.
• Kalbi kuvvetlendiren nar suyu, karaciğer zafiyetini gidermekte, mide iltihabını ve ağrısını geçirmektedir.
• Nar ekşisi şeker hastalarına tavsiye edilmektedir.
• Nar şırasının şekerle hazırlanan şerbetinin idrar söktürücü özelliği vardır.
• Romatizma ağrılarının hissedildiği eklem ve uzuvlara nar şırası sürüldüğünde, ağrı kesici özelliği bulunmaktadır.
• Bayılmalara karşı nar şerbeti içilmelidir. Tatlı nar suyu, ses kısıklığı ve zatürreye karşı şifalıdır.
• Narın meyvesi ve suyunun yanı sıra çiçekleri ve kabuğu da yararlarıdır. Nar çiçeği bağırsak yara ve iltihaplarını iyileştirir. Boyun tutulmasında nar çiçeği lapası boyna konursa şifalı gelir.
• Narın kabuğu çay gibi demlenerek içildiğinde, mide ve bağırsak hastalıkları ile ishal ve dizanteriye karşı oldukça faydalı olmaktadır.

Mucizevi meyvenin market raflarında satılan suları ise bu faydaları sağlamaktan uzak. Pastörizasyon işlemi ve kutuda bekleme sonucunda meyvenin besin değerinde kayıplar oluşabiliyor. Meyveyi taze olarak yemeli veya taze sıkılmış suyunu içmeli.

Kaynak: İNTERNETHABER

Bu sayfa 528 defa ziyaret edildi.